BİR ŞAİRİN GEZİ YAZILARI (BURDUR HATIRALARI)

BİR ŞAİRİN GEZİ YAZILARI (BURDUR HATIRALARI)
TAŞ ODA – ZAMANIN KALBİNDE BİR DERGÂH, BİR KONAK, BİN HATIRA
Kadim şehir Burdur’un yüreğinde saklı bir yapı:
Taş Oda…
Ne sadece bir konak , ne de bir medrese …
O, zamanın elleriyle yoğurduğu bir hafıza mekânı.
Bir yanı ilim, bir yanı aşk, bir yanı çocuk kahkahalarıyla bezeli sessiz bir çığlık gibi…
Dışarıdan bakan bir yabancı, eski bir ev sanır ilkin.
Ama kapısından içeri adım atan, taş duvarların arasında zamanı yavaşlatır.
Sanki bir başka zamana,
Bir başka âleme geçersin…
Bir hücrede Kur’an sesi yükselir,
Bir başkasında ilim meclisi kurulmuş…
Ocakta kaynayan aş, kuyudan çekilen suyla karılır.
Müritler diz çöküp sabrı öğrenirken,
Taşlar bile hikmetle dolmuştur bu dergâhta.
Sonraları...
Gün gelir, Taş Oda bir bey konağına dönüşür.
Al yazmalı Filiz gibi nice gelin, bu kapıdan içeri dua ile adım atar.
Telliler, duvaklılar, nazlı bakışlı kızlar;
Hepsi bu taş duvarların hatırasında birer gölge gibi kalır.
Seyisler sabahın seherinde atları tımarlar,
Avluda kurulan sofralarda misafir eksik olmaz.
Ama hepsinden ötede…
Bu taş duvarların belki en kıymetli sesi:
Çocuk gülüşleri.
Avluda dönen topacın sesi yankılanır.
Kızlar ip atlar, mendil kapmaca oynar,
Erkekler uzun eşek tutar taşların üstünde,
Kimi zaman saklambaç olur, kimi zaman birdirbir…
Taş basamaklardan koşarak inen çocuklar,
Pencereden atlayan yaramazlar,
Sobanın yanında dizilen küçük eller…
Bir elinde ceviz, bir cebinde misket saklayan o günlerin masum kahkahası
Taş Oda’nın en derin ezgisidir aslında.
Bugün bir kültür evi belki…
Ama içine bir kez giren bilir:
O taşlarda yalnızca geçmiş değil, çocukluğun kendisi de saklıdır.
Kimi zaman dervişin duasında,
Kimi zaman gelinli bir kızın mahcup bakışında,
Ama en çok da bir çocuğun düşen gölgesinde yaşar bu yapı.
Sonra süzülür gönül kelâmından sözler, dizelere düşer kafiyeler…
Ve taş duvarların gölgesinde, geçmişin yankısı şöyle dillenir:
TAŞ ODA (BURDUR TARİHİ KONAK)
Taş odaya vardım önünde durdum
Meraklı gözlerle baktım her yana
Karşımda kahyası beyimi sordum
O artık gelmiyor dediler bana
Şöminelerinden duman çıkmıyor
Gelinler ibrikten suyu dökmüyor
Çağırıyorum kimse bakmıyor
Gönlüm razı gelmiyor şimdi buna
Ambarında bitmiş bütün tahıllar
Kapısı açık boşalmış ahırlar
Geride kalmış sevinçler, kahırlar
Yine hüzün düştü bu garip cana
Gönlümdeki hüznü beyimiz sormaz
Avludaki kuyu suyunu vermez
Uzatsam elimi çıkrığa varmaz
Suyundan içemedim kana kana
Çeşmenin başına giden gelen yok
Bakırı getirip suyu alan yok
Konağa ne olmuş, duyup bilen yok
Perdesini açmaz yeniden güne
Ben ki Kalemşah’ım konağa geldim
Merdivenden çıkıp hüzünle doldum
Oturdum derdimi sözüme aldım
Yazdım hasretimi hep yana yana
Not: Taş oda 17. yüzyıldan kalma bir Osmanlı sivil mimarisi örneğidir ve bir konak olarak inşa edilmiştir. Bazen bir medrese bazende ilim sohbetleri yapılmış mekandir.Bu yapı, Kınalı Aşireti’nden Emin Bey tarafından yaptırılmıştır. Zamanla farklı işlevler kazanmış, bugün ise restore edilerek kültür evi olarak kullanılmaktadır.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Halk Şairi Hüseyin Yıldız